1 Ekim 2007 Pazartesi

2001 ve 2007 Türkiye ekonomisi
Metin Aslım

Değerli Konuklar,

Bugün burada, böylesi önemli bir platformda bulunmaktan gurur duyuyor, Düşünceplatformu 2007’nin tüm katılımcılar için faydalı olması ümidiyle, sizleri saygıyla selamlıyorum.

Saygıdeğer hanımlar ve beyler,

Hızla değişen ve değişime inanılmaz bir süratle ayak uyduran bir ülke olarak Türkiye, insanlık tarihinin yarattığı tüm demokratik değerlere yürekten inanmakta ve saygı duymaktadır.

AB süreci bizim için zaten yürümekte olduğumuz bir yolda çarpan etkisi yapıyor, ilerleyişimizi hızlandırıyor, sorunlarımızı çözme sürecinde bize güç ve motivasyon veriyor. Ancak şu bir gerçek ki, Türkiye olarak AB üyesi olsak da olmasak da, biz demokrasinin değerlerine sahip çıkmaya her zaman devam edeceğiz.

Değerli konuklar,

Türkiye ekonomisi 2001 yılında yaşadığı kriz döneminin ardından hızla toparlanma sürecine girmiştir. Türkiye’nin hızla toparlanarak gelişmekte olan ülkeler arasında yıldızının parlamasında siyasi istikrarın sağlanması, AB’ye üyelik sürecinde somut adımlar atılması ve IMF ile olan ilişkilerin ekonomiye getirdiği kredibilite artışı büyük rol oynamıştır.

Bu süreçte kamu maliyesine getirilen sıkı disiplin sayesinde Türkiye’nin faizler ve enflasyon hızla düşmüş, iç borcun sürdürülebilirliği ile ilgili soru işaretleri ortadan kalkmış ve ekonomi ciddi bir büyüme sürecine girmiştir.

Türkiye’nin Gayri Safi Yurt İçi Milli Hasıla (GSYİH) rakamlarına göz atıldığında ekonomideki büyüme net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. 2002 yılında 184,4 milyar dolar GSYİH rakamı 2006 itibariyle 400 milyar dolara yükselmiştir. Milli gelir rakamlarının bu denli yükselmesinde elbette doların bu süre zarfında ciddi anlamda değer kaybetmesi de büyük rol oynamaktadır. Fakat yine de ekonomik büyümenin yıllık bazda yüzde 5’in altına düşmemesi ve ekonominin tam 20 çeyrek üst üste büyümesini son olumlu karşılamak gerekiyor.

Ekonomik büyüme olumlu olmasına rağmen maalesef büyümenin istihdama yansımadığının da altını çizmek gerekiyor. Nitekim 2002 yılında hemen kriz sonrası dönemde yüzde 8,4 olan işsizlik 4 sene sonra yüzde 10,5 düzeyinde gerçekleşti.

Bu dönemde ihracatın çok büyük atılım sergilediğine şahit olurken ithalatın daha hızlı büyümesiyle dış ticaret açığının patladığını gördük. 2002 yılında 15,4 milyar dolar olan dış ticaret açığı 2006’da 50 milyar doları geride bıraktı. Türkiye’nin uzun süredir en büyük ekonomik sorunlarından birisi olan cari işlemler açığı da bu süreçte 15 milyar dolardan 30 milyar dolara fırladı.




2003
2004
2005
2006
GSYİH (Milyar ABD$)
184,4
241,2
292,5
361,4
400,0
GSYİH (Yıllık % Değişim)
5,2
5,1
6,6
7,4
6,1
İhracat (Milyar ABD$) TÜİK
36
47,2
63,1
73,4
85,1
İthalat (Milyar ABD$) TÜİK
51,5
69,3
97,5
116
137
D.T.Dengesi (Milyar ABD$)
-15,4
-22
-34,4
-42,9
-51,8
Cari İşlem (Milyar ABD$)
-1,5
-8,0
-15,5
-23,0
-31,2
İşsizlik (%)
8,4
10,3
10,3
10,3
10,5


Enflasyonla mücadelede ise başlangıçta önemli bir başarı sağlansa da enflasyonla mücadele programının sadece yüksek faiz-düşük kur politikasına bağlanması ve yapısal reformlar konusunda adım atılmaması nedeniyle enflasyon 3 seneki önceki seviyelere dönmüştür.


2002
2003
2004
2005
2006
2007
ÜFE (% Yıllık)
30,8
13,9
13,8
2,66
11,58
7,14 Nis
TÜFE (% Yıllık)
29,7
18,4
9,3
7,72
9,65
9,23 Nis

Türkiye ekonomisinin en önemli sorunlarından birisi de artan borç stokudur. 2002 sonunda 55,8 milyar dolar olan dış borç stoku 95 milyar dolara, iç borç stoku ise 84,9 milyar dolardan 191,9 milyar dolara yükselmiştir. Her ne kadar GSMH’ye oran açısından bakıldığında iç ve dış borçların çevrilmesinde bir rahatlama olsa da borçların ulaştığı seviyenin Türkiye ekonomisi için ciddi bir tehdit olduğu gerçeği de hiçbir zaman unutulmamalıdır.


2002
2003
2004
2005
2006
2007
İç Borç Stoku (milyar TL)
122.2
149.9
194.4
224.5
244.8
263.7 Mar
Dış Borç Stoku (milyar TL)
55.8
92.9
88.5
92
86.7
95.2 Mar
İç Borç Stoku (milyar $)
84.9
91.7
139.3
167.3
182.4
191.9 Mar
Dış Borç Stoku (milyar $)
38.8
56.8
63.4
68.5
64.6
68.0 Mar
İç Borç Stoku (GSMH'ye oranı)
69.2
54.5
54.5
52.3
50.3

Dış Borç Stoku (GSMH'ye oranı)
31.6
33.8
24.8
21.4
17.8



Bununla birlikte Türkiye ekonomisinin üretimle ilgili de ciddi problemleri bulunmaktadır. Ne yazık ki OECD ülkeleri arasında enerji maliyetleri en yüksek olan ülke Türkiye. Yine verilen büyük dış ticaret açığı ve buna bağlı olan yüksek cari açık nedeniyle, reel faizlerimizi bir türlü düşük seviyelere çekemiyoruz. Reel faizlerin yüksek olması, zaten yatırım ve üretim maliyetleri oldukça yüksek olan ülkemizde, yatırımcıyı yatırım yapmaktan vazgeçiren bir başka önemli olgudur. Zira risk almadan bir kazanç yaratılmaktadır ve böylesine yüksek maliyetlerle uluslararası alandaki üretim ve pazarlama mücadelesine eşitsiz şartlarda girmektense, faiz geliri elde etmek daha cazip görünmektedir. Oysa bir ülkenin zenginliği onun ürettiği mal ve hizmet ile ölçülür. Dolayısıyla üretimsizleşmemizi sağlayan her şart, aslında ülkemizin zenginliğine vurulmuş bir darbedir.

Dahası, ülkemizin üretimi düştükçe, yurt içindeki mal talebini karşılamak için ithalat daha da artacaktır. Böylelikle üretimsizlik bir yandan ihracat gelirlerimizi azaltırken, diğer yandan da ithalat giderlerimizi arttırmış olacak ve dış ticaret açığımız daha da büyüyecektir. Bu durum kısır bir döngüdür ve tüm süreç en baştan bir daha tekrar eder. Her seferinde de senaryo bir öncekinden daha kötü bir şekilde yazılır ve oynanır.

Türkiye’nin artık bu oyunu bozması gerekir. Yatırımın ve üretimin vazgeçirildiği değil, bilakis teşvik edildiği ve kışkırtıldığı bir ortam yaratmak zorundayız. Avrupa’nın zenginliği ve buna bağlı olarak geliştirdiği siyasi sistemleri, demokrasi anlayışı, onların üretmeye olan bağlılıklarından; yaratıcılıklarından geçmektedir.

Herkesin anlaması gereken bir nokta var ki bu da, Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi sıkıntılarından kurtaracak bir sihirli değnek olmadığıdır. Dolayısıyla, Türkiye’nin sosyal, siyasal ve ekonomik kalkınma adına yapması gereken şeyler AB sayesinde değil, kendi potansiyeli sayesinde gerçekleşmektedir ve gerçekleşecektir.

Nitekim Türkiye son yıllarda benzeri görülmemiş bir kararlılıkla ortaya koyduğu reformlarla kendisini hem AB’ye hem de tüm dünyaya kanıtlamıştır.

Değerli konuklar,

Hepimizin bildiği gibi, Türkiye hâlihazırda Avrupa Birliği ile bir çeşit ekonomik ve siyasal birlik içerisindedir. Gümrük Birliği ile birlikte, AB’nin kapıları Türkiye’ye, Türkiye’nin kapıları AB’ye büyük ölçüde açılmıştır. 1996 yılında yürürlüğe giren Gümrük Birliği Anlaşmasının ülkemiz sanayisinin gelişimine yaptığı katkılar bir yana ticaret anlamında da ciddi anlamda ihracatımızın yönünün Avrupa’ya çevrilmesine neden olmuştur. Özellikle son 5 yılda geliştirilen değişik açılımlar ve stratejiler ile özellikle komşularımız ve ülkemize yakın çevre ülkelerle yapılan dış ticarette önemli artışlar sağlanırken AB ile dış ticaretimizde bu yüksek oranlar yakalanamamıştır. Ancak AB ülkeleri ile yapılan dış ticaretteki istikrar da ülke ekonomisi adına oldukça önemlidir.

2006 yılında ihracatımız yıllık bazda yüzde 15,9 artarak 85,1 milyar dolar, ithalatımız ise yüzde 17,3 artarak 137 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Bu dönemde yapılan ihracatın yüzde 51,6’sı Avrupa Birliği ülkelerine yapılırken ithalatın ise yüzde 39,3’ü bu ülkelere gerçekleştirildi. Toplam ihracat artışı yüzde 15,9 olurken AB ülkelerine yapılan ihracattaki artış yüzde 14,4 olmuştur. İthalatta ise değişim daha keskin olmuş ve genel ithalattaki yüzde 17,3’lük artışa mukabil AB ülkelerinden yapılan ithalat yalnızca yüzde 9,4 oranında artış göstermiştir.

İhracatımızdaki ilk dört ülke, sırasıyla Almanya, İngiltere, İtalya, Fransa AB üyesi ülkelerinden oluşurken ilk 10 ülke içerisinde AB’ye üye 6 ülke bulunmaktadır. Bu dönemde en fazla ihracat yapılan ülke 9,6 milyar dolarla Almanya olmuştur. Meselenin ithalat yönüne baktığımızda ise en fazla ithalat yaptığımız ülke Rusya Federasyonu olurken ilk 10 ülkeden yalnızca ikisi Almanya ve İtalya AB üyesidir. Bu sonuçlardan da yola çıkarak değerlendirme yaptığımızda, ihracat ve ithalat arasındaki bu oransal duruma rağmen mutlak rakamlara baktığımızda Türkiye’nin AB’ye karşı yaklaşık 10 milyar dolarlık bir dış ticaret açığının söz konusu olduğu görülecektir.

AB ülkeleri ile dış ticaretin yüksek oranlarda artış göstermemesinin diğer sebepleri arasında tekstil ve konfeksiyon sektöründe kotaların kalması, değişik standardizasyon ve mevzuat uygulamaları nedeniyle Türk üreticilerin AB ülkelerine mesafeli durması, aşırı değerli YTL sayılabilir. Bunun yanında başta komşu ve çevre ülkeler olmak üzere Asya Pasifik, az da olsa Afrika ve Uzakdoğu ülkeleri ile yapılan dış ticaretteki yeni açılımlar da bu nispeten düşük kalan artışın diğer faktörleri olarak sıralanabilir.

Değerli konuklar,

Diğer hiçbir aday ülke ile benzeri yaşanmamış olan ‘üyelik öncesi’ Gümrük Birliği tesisi, Türkiye’nin belli başlı sektörlerinin küresel standartlarda rekabete açılmasını ve Türk sanayisinin AB pazarı ile küresel pazardaki verimlilik standartlarını yakalamasını sağlamıştır.

Daha da önemlisi Türkiye doğrusu ve yanlışı ile yaklaşık 10 yıldır Gümrük Birliği ile AB ürününü taşımış ve oldukça başarılı olmuştur. Dolayısıyla, AB üyeliği ile Gümrük Birliği’nden Tek Pazar’a geçiş, uzun yıllar önce başlamış olduğumuz ekonomik entegrasyon sürecinin son adımını oluşturacaktır.

Türkiye’nin genç, dinamik ve çok kültürlü nüfusu ve çağlar boyunca değişik kültürlere ev sahipliği yapmış coğrafyası “Avrupa”nın ve Avrupa ekonomisin yeni ateşleyicisi olmaya adaydır. Bunu görmek Avrupa’da hâkim trendleri ve konjonktürü doğru tahlil ettiğimizde zor değil. Türkiye doğru paradigmalar ve davranış biçimleriyle Avrupa’da yeni bir akıl çağı başlatacağına olan inancımız tamdır.

Değerli konuklar,

Avrupa Birliği Türkiye’nin üyeliğini Avrupalı kimliğine bir tehdit olarak görmek yerine, stratejik bir fırsat olarak görmelidir. Bu anlamda, Türkiye İhracatçılar Meclisi olarak çağrımız, Türkiye’nin AB üyeliğinin her iki taraf içinde kaçırılmaması gereken tarihi bir fırsat olduğu yönündedir. Bu anlamda, hafta başında yapılan Türkiye-AB Troykası toplantısının AB’nin Türkiye ile müzakere sürecini devam ettirmek kararında olduğunu göstermesi bu çağrımıza güzel bir yanıt aslında.

Sözlerimi bitirirken, Düşünceplatformu’nun hepimiz için faydalı ve başarılı bir group olmasını diliyor, saygılarımı sunuyorum.

Saygılarımla,

Metin ASLIM

2001 ve 2007
Türkiye ekonomisi
Düşünceplatformu panelinden alıntıdır.